top of page

Kadının Kentsel Mekânda Varoluş Mücadelesi

Zeynep Deniz Öğdül




Kent hakkı kavramının sorunsuz bir şekilde uygulandığı ideal bir dünyada kentin bütün öznelerinin hiçbir ayrıma ve eşitsizliğe uğramaksızın kentsel mekânı eşit şekilde paylaşmalı ve mekâna eşit oranda katılmalıdır. Fakat pratikte gözlemlediğimiz kadarıyla bu ideale pek de yaklaşılmış değil.


Kentsel mekânların da dünyanın genelinde yıllardan beri var olan ve toplumların iliklerine kadar işlemiş ataerkil düzene göre biçimlendirilmiş olduğu aşikâr ki pek çok toplumda da “mekân” kavramı toplumsal cinsiyet üzerinden kamusal ve özel mekân olmak üzere ikiye ayrılıyor. Kendi topraklarımızdan örnek vermek gerekirse, Carol Delaney Anadolu’daki gözlemlerini anlattığı Tohum ve Toprak adlı çalışmasında bu ayrımın inside (iç) ve outside (dış) kavramları üzerinden yapıldığından bahsediyor (Delaney, 1991). Anadolu’da iç mekân “temiz” ve “güvenli”; dış mekân ise “kirli”, “vahşi” ve “tehlikeli” olarak düşünülüyor. Bu bağlamda “korunmaya muhtaç” kadın iç mekânın, “tehlikelerle yüzleşebilecek güce sahip” erkek ise dış mekânın öznesi durumunda. Diğer bir deyişle kamusal mekân erkeklerin egemenlik kurduğu bir yere haline gelmiş. Durum böyleyken kadının kendini özel mekândan çıkarıp kamusal mekânda varlık göstermesi için fazladan bir çaba göstermesi gerekiyor. Ayrıca şunu da belirtmekte fayda var: Bu egemenliği kuran erkek genç, heteroseksüel, herhangi bir engeli ve özel ihtiyacı olmayan ve çocuk sahibi olmamış bir erkek olmalıdır. Bu kriterleri sağlamayan erkekler için de -örneğin engelli, yaşlı veya bebek arabasıyla yürüyen bir erkek- kamusal mekân tecrübesi kadınlarınkine benzer bir şekilde güvensiz ve konforsuz olacaktır.


Akademisyen yazar Leslie Kern, Feminist City: Claiming Space in the Man-Made World* isimli kitabında bu konuyla ilgili kendi hayatından bir örnek veriyor. Kendisi ve erkek kardeşi şehrin dışında, banliyölerde yetişmiş ve büyüdükten sonra ikisi de Toronto gibi büyük bir şehre taşınmışlar. Kern, kendi şehir deneyimiyle kardeşininki arasında çok büyük farklar olduğunu şu cümlelerle anlatıyor: “Aynı ten rengine sahip, aynı dine mensup, aynı sosyoekonomik altyapıdan gelen, hatta aynı DNA parçasını paylaşan iki kardeşiz. Buradan çıkardığım sonuç şu ki, deneyimlerimizin farklı olmasının sebebi toplumsal cinsiyetlerimizin farklı olması. Josh acaba hiç eve dönerken anahtarlarını elinde tutmak zorunda kalmış mıdır ya da bebek arabasıyla yürürken çok yer işgal ettiği söylenerek kenara itilmiş midir.” (Kern, 2020). Kern’in bahsettiği duruma yazıyı okuyan pek çok kadın hak verecektir. Aydınlatması yetersiz olan sokaklar, daracık ve üzerindeki engellerden dolayı sürekliliği bozulan kaldırımlar, sahip olduğu eğim dolayısıyla çıkılması imkânsız olan rampalar ve dahası… Kurgulanışı bu şekilde olan mekânlar kentin kadınlarını ne huzurlu ne de konforlu hissettiriyor. Kimi mekânlar, semtler ve mahalleler sahip oldukları mekânsal özellikler dolayısıyla “tekinsiz” olarak nitelendiği için kadınları kent hayatı deneyiminde dışarıda tutuyor.


Verilere yansıdığı kadarıyla 2024’te geçtiğimiz aya kadar 328 kadın katledildi, 210 kadının ölümü ‘şüpheli’ olarak kayıtlara geçti, binlerce kadın tacize uğradı. Üstüne çocuklara yönelik şiddet ve cinsel suçları eklediğimizde bu sayılar daha da yükseliyor. Bu vahşi olaylar ya “güvenli” ve “temiz” olarak nitelendirilen özel mekânlarda ya da teoride kentin bütün öznelerinin eşit ve güvenli bir şekilde paylaşması gereken kamusal mekânlarda gerçekleşti. Bu bağlamda suç ve mekân ilişkisini düşündüğümüzde iki mekân türü de kadına ve çocuğa yönelik şiddete mahal veriyor. Elbette ki feminist şehir kavramının farkındalığını oluşturmak, şehirleri bu bakış açısıyla yeniden kurgulamak ve buna yatırım yapmak bir değişiklik yaratacaktır. Bu şekilde mekân daha güvenilir, konforlu ve kapsayıcı kılınmış olacaktır. Fakat mekân, suç olgusunun bileşenlerinden sadece biri. Eğer suçu, şiddeti, tacizi, cinayeti önlemeye yönelik yapıcı bir adım atılmak isteniyorsa, bu ancak suçun bütün bileşenlerinin beraber ele alınmasıyla gerçekleşebilir. Aksi halde her geçen gün farklı bir kadının veya çocuğun ismini, haykırışlarımızda ve isyanlarımızda bir öncekilerin yanına eklemeye devam edeceğiz.



*Leslie Kern’in Feminist City: Claiming Space in a Man-made World isimli kitabı 2020 yılında Beyza Sümer Aydaş’ın çevirisiyle Feminist Şehir ismiyle Sel Yayıncılık tarafından Türkçeye kazandırılmıştır.



KAYNAKÇA

3 görüntüleme

Comments


bottom of page